1 Nisan 2013 Pazartesi

Saatleri Ayarlama Enstitüsü


İşte “o” Pazartesi geldi çattı.  Hani hayatımızdan bir saat çalınan Pazartesi var ya, işte ondan bahsediyorum, bugünden... Şimdi bir yandan şahane bulduğum bir uygulama bu, yaz mevsiminin müjdecisi, sabah kalkıyoruz hava aydınlık, akşam işten dönüyoruz hava aydınlık.  Oh ne ala memleket!  Yani yarın, öbür gün ve saatler tekrar geri alınana kadar olan günler için keyfim gıcır, ama ya bugün?! Her seferinde gözümden uyku akar, karnım yanlış saatte acıkır, enerjim normalden erken biter, eziyet ki ne eziyet... Sanki jetlag’den kıvranıyorum, bir nevi “kışlag” herhalde bu, bütün mevsimin yorgunluğu bir güne mi toplanıyor nedir?

Yaz deyince bünyem halen saçmalıyor, sanki okullar kapanacak da bütün yaz denizde, bahçede geçecek gibi bir beklenti oluşuyor serde yaz yaklaştıkça.  Ofis hiç kapanmıyor ama tabii, haftasonları kaçabilirsek çok güzel. Ama şöyle sereserpe yatıp, ayın kaçıydı, hatta yahu hangi aydayız?! şeklinde şaşırmalar bitti çoktan.  Öğlen uykusunun ve yaz tatilinin benden alınmasına halen alışamamış bir bünyeyim ben, bir gün gelecek ve alışabilecek miyim ondan da pek emin değilim doğrusu.  Ah be şu bir saat nelere kadirmiş, durduk yere neler depreşti içimde...  

11 Şubat 2013 Pazartesi

Nikah ve Cenaze

Bugün bir dostumun dedesinin cenazesine gittim.  Çok duygulandım, anılar koşuştu kendi dedemin cenazesini hatırladım... Onu üzgün görünce, ayrı bir içim parçalandı tabii.  Ölümlü dünya, kaçış yok herkes buradaki yolculuğunu er ya da geç sonlandırıyor elbette, sonrasında ise yeni bir yolculuk belki de, bilemiyoruz ki... Diyeceğim başka ama bu yazıda.

Sosyal yaşam olgusunu aklım biraz daha kesmeye başladığından beri insanların beni davet ettiği yerlere gitmeye özen gösteririm.  Ciddi bir manim yoksa bir daveti geri çevirmenin ayıp olduğunu düşünürüm.  Nikahlar ve cenazeler konusunda ise ayrı bir hassasiyetim var.  Herkesin de olmalı bence!  Niye özellikle nikah ve cenaze derseniz, bunlar ilgili kişinin hayatında bir kez olan şeyler oldukları için özellikle dikkat ediyorum.  Tamam, nikahın birden fazla olma ihtimali var elbette ama bir ruh/ölüm büken tanımıyorsanız cenazenin ikincisi bir hayli sıradışı olur.  Neyse, her durumda bu olayların aslında olağadışı olduğunu kabul etmek lazım.  Nikah evlenen kişinin dramatik olarak değişmekte olan hayatına olan ilk adımıdır, ayrıca da teorik olarak aşk doludur.  Mutlu ve isteyerek gerçekleştiği varsayımıyla da hareket ettiğimizde (bayılırım genellemelere!) bir arkadaşım beni bu kutlamada/ilk adımda görmek istiyorsa (daha benim hayatımda pek başlamadı, ileride daha fazla olacaktır herhalde ama burada mecburiyetten davetleri saymıyorum) bana da düşen gerçek bir manim olmadığı sürece ona eşlik etmek, onunla o günü paylaşmaktır.  Hele de çok yakın bir arkadaşım ise iki elim kanda olsa gitmeye çalışmam gerekir.  Mutlu da olsa desteğe ihtiyaç duyabileceğiniz bir gündür ne de olsa, ayrıca da mutluluk paylaştıkça arttığına göre, en sevdiklerinizle paylaşamamak ne fena olur değil mi?

Cenaze konusu iyice hassas bence, bir kere arkadaşınızın en zayıf olduğu, desteğe en çok ihtiyaç duyduğu, kaybı nedeniyle kimi zaman gerçekten sudan çıkmış balık gibi olduğu bir zamandır.  Neden bilmiyorum cenaze bitip, hele de toprağa verince insanın üzerindeki yük bir hayli kalkıyor.  Ölümün kesinliği dank ediyor mudur nedir artık? Eminim vardır psikolojide açıklamaları.  Geri dönülmez yolun sonuna şahit olmanın bir etkisi herhalde.  Ama işte o ana kadar, hem isyan, hem hüsran, hem de şaşkınlık hakim.  Öyle bir anda bir dostun sizi tutması, biraz olsun el vermesi, sadece yüzünü bile göstermesi çok fark ediyor.  O nedenle atlamamak lazım, biraz çaba göstermek lazım.  Mümkün değil elbette her durumda yetişmek orada olabilmek, ama şartları mümkün olduğu kadar zorlamanın önemli olduğunu düşünüyorum.

Düğün davetiniz bol, okuduğunuz cenaze ilanı az olur umarım...