5 Kasım 2012 Pazartesi

Sahnede neler oluyor?!


NYC’den lafa girip Broadway’den ve müzikallerden bahsetmemek olmaz bence (Sanatla ilgili önemli hareketlerin Manhattan Adası’nın birbirini dik olacak şekilde tasarlanmış bulvarlarını, muzipçe çaprazlama kesen Broadway Bulvarı’nın üzerinde olmasını da hep manidar bulmuşumdur! Sanat adama pabucunu ters giydirmeli, biraz yan yan baktırmalı işte böyle) .  Sahne sanatlarını her zaman sevmişimdir ama müzikaller ile tanıştıktan sonra sahneye bakışım ve bir sahneden beklentilerim geri dönülemez bir şekilde değişti.  Konuya Broadway’den girdim ama ilk müzikalimi Londra’da izlemiştim, Phantom of the Opera.  Eğer henüz bir müzikal izleme fırsatınız olmadı ise herşeye bu müzikalden başlamanızı tavsiye ederim.  Lisedeydim izlediğimde ve amiyane tabiriyle “dibim düşmüştü”.  Daha çok sinemada görmeye alışık olduğum efektlerin canlı canlı, birkaç metre ötedeki sahnede gerçekleştirilmesi beni benden almıştı, tam anlamıyla büyülenmiştim.  O avize, dehlizlerde kovalamaca, gondol sahneleri halen dün gibi aklımdadır.  Adrew Lloyd Weber’in muhteşem müziklerinin etkisini de elbette yadsıyamayız ama o sahnede olan bitenler, o dönemde okul tiyatrosunda oynamakta olan bendeniz için adeta bir çığır açmıştı.  Filminin efektlerinin halen sahnede izlemenin yanında zayıf kaldığını düşünüyorum doğrusu J

 Zaman içinde başka müzikaller de izledim ve sahne sanatlarının evrimini biraz daha gözlemlemek mümkün oldu.  Mesela bu son sefer Chicago’yu seyrettim ve çok beğenmedim.  Neden derseniz bir müzikalden beklediklerim pek yoktu, sahne sabitti, danslar ve şarkılar “ehh”ti.  Daha çok bir kabare havasındaydı, müzikal diyemedim kendisine, öyle olunca da eksik kaldı.  “Canım, her sahne öyle yukarı aşağı oynamalı mı ki?”, diyorum ya biraz şımardım artık ve sahneden beklentilerim çok arttı, mesela geçen sefer de Venedik Taciri’ni izlemiştim, müzikal olmamasına rağmen sahnesi, dekoru o kadar daha hareketliydi ki yine çok etkilenmiştim (Al Pacino’yu sahnede izlemekte ayrı keyifti doğrusu). Bu sefer (sonunda!) Lion King’i de izleme fırsatı buldum ve Phantom’da yaşadığım o hazzı bir kez daha yaşayabildim.  Lion King’in çizgi filmini ve müziklerini de çok severim zaten.  Bu aslında biraz sıkıntı yaratabilirdi zira güzel bir eserle karşılaştrıyor olacaktım, ama o kostümler, o sahne düzenekleri, müzikler filan derken gerçekten beni benden aldı müzikal, mutlaka görülmesi gerekenler kategorisine bunu da alıyorum.  Eğlencelik ve çok güzel müzikler anlamında Mamma Mia’yı da önerebilirim.

 Keşke Türkiye’de de bu kalitede müzikaller olsa, ya da bizi ziyarete gelseler, eksikliğini hissediyorum gerçekten…   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder